1 2 3
Elinizdeki kaleme sadece birkaç saniye için bakarken bile gözünüzde yüz milyarlarca işlem gerçekleşir. Gözünüze gelen ışık ışınları korneadan, gözbebeğinden ve ardından da mercekten geçer. Buradaki ışığa duyarlı hücreler, ışığı elektrik sinyallerine çevirir ve sinir uçlarına uyarı olarak gönderir. Retinaya ulaşan görüntü orijinaline göre başaşağı durumda ve ters taraftadır. Ancak beyin bunu yeniden yorumlayarak görüntünün düz olmasını sağlar. Her iki gözden de ayrı ayrı görüntüler, bakılan cisme ait tüm özellikleri toplar. Her iki gözden gelen bu görüntüleri beyin tek bir görüntü halinde birleştirir. Nesnenin biçimini, rengini belirler ve ne kadar uzaklıkta olduğunu saptar. Ve bütün bu işlemler, saniyenin yalnızca onda biri kadarlık kısa bir süre içinde gerçekleşir.
Siz küçük bir noktaya bakarken de, büyük bir gemiyi incelerken de beyninizde aynı işlemler gerçekleşmekte, baktığınız cismin görüntüsü ağ tabakadaki 1 mm'lik noktada oluşmaktadır. Ne elinizdeki kalemin size yakın olduğundan, ne de uzaktaki bir geminin kalemden büyük olduğundan emin olabilirsiniz. Her birinin oluştuğu yerin büyüklüğü aynıdır. Ama baktığınız her şeyde bir mesafe hissi vardır. Siz, neyin ne kadar uzaklıkta olduğunu anlayabilir, önünüzdeki sehpada duran bardağa uzanıp onu almada hiçbir zaman güçlük çekmezsiniz. Göz gibi mükemmel bir organı yaratan Allah, onu insanın hayal gücünü aşan detaylarla donatmış, beynin kusursuz mekanizmasını da "bir nesneyi bulunduğu yerde, tüm detaylarıyla görebilmek için" vesile kılmıştır. Yeryüzündeki tüm insanların sahip olduğu olağanüstü komplekslikteki gözler, Allah'ın üstün birer eseridirler.
Yeryüzündeki hiçbir teknoloji gözün başardığı işlemleri başaramamıştır. Bu mükemmel organın sırlarını anlayabilme çalışmaları sürekli olarak devam etmekte, bize nasıl renkli bir dünya sunduğu anlaşılmaya çalışılmaktadır. Elbette ne birkaç santimetre büyüklüğündeki gözün, ne de görüntünün oluştuğu milimetrelik bölgenin tek başlarına insan için renkli bir dünya oluşturabilme güçleri olamaz. Dışarıda var olan maddeyi gören ve beyinde yeniden yorumlayan ruhtur. İnsana Kendi ruhundan üfleyerek görme, algılama, hissedip yorumlama gibi yetenekler veren ve bütün bunları olağanüstü sebeplere bağımlı kılan Kadir olan Allah'tır. Yaratılan görüntü de, onu gören hayranlık uyandırıcı gözler ve buna bağlı sayısız sistem de Allah dilediği için vardırlar ve O'nun dilemesiyle yaratılmışlardır.
Bakteriler olmadan yeryüzünde canlılığın sürmesi mümkün değildir. Toprağa atıp, çürüyüp ufalanacağından emin olduğumuz tüm atıklar, bakterilerin faaliyetleri sonucunda yok olurlar. Onlar, yeryüzündeki tüm atık maddeleri işlenebilir ve yeniden kullanılabilir hale getirirler. Ölü bir madde, onların vesilesiyle çürür. Bakteriler, bu maddenin her parçasını küçük minerallere ayrıştırır ve bunların besin olarak canlılara sunulmasını sağlarlar. Suyumuzu onlar arıtır, topraklarımızın verimini onlar artırırlar. Bedenimizde de önemli işler bakteriler tarafından gerçekleştirilir. Bakteriler, bağırsaklarımızdaki vitaminleri sentezler, yediklerimizi yararlı şekerlere ve polisakkaritlere (bir karbonhidrat grubu) dönüştürürler. Yemeklerle aldığımız yabancı mikroplara karşı savaşı da gerçekleştirirler.
Yeryüzü için büyük öneme sahip azot döngüsü, tümüyle bakterilere bağımlıdır. Bakteriler havadan nitrojeni (azot) alır ve onu yapı taşlarımız olan nükleotidlere ve aminoasitlere dönüştürürler. Bu, yeryüzünde, insan da dahil başka hiçbir canlının gerçekleştiremeyeceği gerçek anlamda hayranlık uyandırıcı bir işlemdir. Bakteriler, endüstriyel yöntemlerle 5000C'de ve normalin 300 katı kadar basınç altında gerçekleştirilebilecek bir işlemi, saniyeler içinde sorunsuz olarak yerine getirmektedirler.
Bunlardan çok daha önemlisi, bakteriler bize soluduğumuz oksijeni sunarlar. Dünyamızın solunabilir oksijeninin büyük bir kısmı fotosentez yöntemi ile mikoorganizmalar tarafından sağlanmaktadır. Siyanobakteriler, algler ve denizleri dolduran diğer minik organizmalar havaya her sene yaklaşık 150 milyar kg oksijen salarlar. (Hemen Her Şeyin Kısa Tarihi, Bill Bryson, Boyner Yayınları, 2003, sf. 264)
Dünya'da yaşamın varlığına vesile olan sayısız sebepten sadece bir tanesi olan bakteriler, Darwin'in evrim teorisini tümüyle ortadan kaldırmıştır. Darwin bu canlıların ilkel olduklarını varsaymış ve tüm teorisini bu varsayım üzerine şekillendirmiştir. Ancak 21. yüzyıl bilimi bu canlıların hiç de ilkel olmadıklarını tüm açıklığıyla ortaya koymuştur. Sahip oldukları özellikler ve gerçekleştirdikleri harikalar, tesadüflerle asla oluşamayacak mükemmel varlıklar olduklarını gösterir. Bir bakteri, kendi kendine oluşamayacak, kendi kendine söz konusu yetenekleri edinemeyecek kadar komplekstir ve evrim teorisi tek bir bakterinin sözde tesadüfen ortaya çıkışını hiçbir şekilde açıklayamamaktadır.
Tüm bunlar, müthiş komplekslikleri, mükemmel yapıları, kusursuz işlemleri gerçekleştirme yeteneğini birarada yaratıp yeryüzünün her yanında var eden Allah'ın sanatının tecellileridir. Bu örnekle Allah, "en basit" yakıştırmasının yapıldığı en küçük tek hücreli canlının bile ne derece kompleks ve üstün özelliklere sahip olabileceğinin delillerini sunmuştur. Allah, insana, tek hücreli bir canlıya muhtaç yaşadığını hatırlatmıştır. Bundan öğüt alanlar, Allah'ın rızası ve cenneti için çabalayanlar ve Allah'ı gereği gibi takdir edenler olacaktır. Çünkü Allah, yerde ve gökte olanları boşuna yaratmamış, onlarda, her insanın öğüt alıp Allah'a yönelmesi için deliller kılmıştır.
Gaybın anahtarları O'nun Katındadır, O'ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve herşey) apaçık bir kitaptadır. (Enam Suresi, 59)
Derin bir nefes aldığınızda, bu nefes ile birlikte çok çeşitli şeylerin kokularını da aynı anda algılarsınız. İçtiğiniz kahvenin, içeride pişen yemeğin, vazoda duran çiçeğin ve dışarıdaki dumanlı havanın kokusunu aynı anda alır ama hepsini ayrı ayrı algılarsınız. Bunun sebebi, burnunuzun, aldığı kokuları 30 saniye içinde analiz edip değerlendirmesi ve bu sayede yaklaşık 3000 kokuyu birbirinden ayırt edecek kadar mükemmel bir kapasiteye sahip olmasıdır.
Dakikalar içinde milyarlarca koku hücresinden gelen mesajlar, burunda bulunan on binlerce hücreye aktarılır. Buradaki hız olağanüstüdür. Milyonlarca bilgi saniyenin binde biri gibi zaman aralıklarında "hiçbir hata yapmadan" bir hücreden diğerine hareket edip durur. Bu işlemler kısa bir süre içinde burnunuza gelen sayısız kokuyu ayırt edebilmenizi sağlar. Aynı zamanda burna iletilen bilgilerin tanınması ve organize edilmesi koku duyarlılığını da artırır. Gelen kokuların her birinin ayırt edilmesi ve tanınması, burundaki koku alma hassasiyetini de oldukça artırmıştır. (Tim Jacob, "Olfaction", 2001, http://www.cf.ac.uk/biosi/staff/jacob/ teaching/sensory/olfact1.html)
Buradaki hatasız iletişimin olağanüstülüğünü şöyle açıklayabiliriz: Belirli bir bilginin bir milyon telefon hattıyla taşındığını ve bu hatların sayısının bir santralde aniden bine indirildiğini varsayalım. Böyle bir geçiş durumunda, ne kadar gelişmiş bir teknoloji kullanılırsa kullanılsın, yüksek ihtimalle orijinal bilgilerde bir kayıp veya hata olacaktır. Buna karşın, koku hücreleri aynı görevi, yaşadığımız süre boyunca kusursuz olarak yapmaya devam ederler. Aynı anda çok sayıda koku ile muhatap olmamız, bu kokuları birbirinden ayırt etmemizi engellemez; sayı ne kadar artarsa artsın tüm kokuları birbirinden zorlanmadan ayırt edebiliriz.
Bir insanın, dakikalar içinde kendisine ulaşan binlerce kokuyu hatasız algılayacak bir sisteme sahip olması belki de onu hayatı boyunca hiç şaşırtmamıştır. İnsan, gülü kokladığında tanıdığı gülün kokusunu, kahveyi kokladığında tanıdığı kahvenin kokusunu alıyor olmasını yadırgamaz. Bir meyvenin kokusunun hangi aşamalarla kendisine zamanla tanıdık hale geldiğini belki de hiç düşünmemiştir. Oysa hayatının her anında burnun koku alma bölümünde bunu sağlayan kompleks işlemler devam etmektedir. Tüm insanların sahip olduğu bu özel sistem ancak    Allah'ın dilemesiyle vardır, O'nun kontrolü ile kusursuz şekilde işler. İnsana sunulmuş diğer tüm nimetler gibi bu özel nimet de Allah'ın bir ikramıdır.
İşte gaybı da, müşahede edilebileni de bilen, üstün ve güçlü olan, esirgeyen O'dur. Ki O, yarattığı herşeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır. (Secde Suresi, 6-7)
Dünya üzerinde yaşamın var olması için gerekli olan unsurların dengesinin bozulması oldukça zordur. Aniden karbonmonoksit solumaya başlamaz, yerçekimi kuvvetinin azalması ile oturduğunuz koltuktan havalanıp uzay boşluğuna doğru hareket etmezsiniz. Güneş'ten gelen ışık aniden gözlerinize ve derinize zarar vermez, veya aşırı oksijen ciğerlerinizi yakacak bir seviyeye hiçbir zaman ulaşmaz.
Bunu sağlayan sebepler elbette çok fazladır. İlginç olan, tüm bu sebeplerin evrenin tüm maddesini içinde barındıran sıfır hacme sahip tek bir noktanın patlaması ile ortaya çıkmış olduğu gerçeğidir. Bu patlama Big Bang'dir ve şu an uzayda bulunan tüm dengeler bu patlama ile yerlerini bulmuştur.
Evrendeki hassas oranı sabit tutabilmek için bir araya gelmiş pek çok sebep vardır. Örneğin Big Bang'in ardından gerçekleşen genişleme hızı eğer milyar kere milyarda bir oranda (1/1018) bile farklı olsaydı, evren ortaya çıkamazdı. Eğer evren biraz bile daha yavaş genişlese çekim gücü nedeniyle içine çökecek, biraz daha hızlı genişlese kozmik materyal tamamen dağılıp gidecekti. Eğer patlama hızının belirli bir düzene eriştiği zamanda, bu hız üzerinde bahsettiğimiz 1/1018'lik fark oluşsaydı, bu oran söz konusu dengeyi yok etmeye yetecekti.
Saydığımız bu ufak farklılıklardan sadece bir tanesi gerçekleşse, tüm evren tümüyle yok olacaktı.
Etrafınıza şöyle bir bakın. Her şey olağanüstü bir sabitlik, sakinlik ve mükemmellik içindedir. Çünkü yeryüzünde var olan hiçbir şey tesadüfi değildir. Hiçbir şey kontrolsüz ve bilinçsiz gelişmemektedir. Her şey, kusursuz ve mükemmel bir orana ve olağanüstü hassaslıktaki dengelere bağımlıdır. Çünkü bütün bunların sahibi, tek bir patlamayı sebep kılarak kusursuz bir sanat ve mucize yaratan, büyüklük ve kerem sahibi olan Yüce Allah'tır.
O, biri diğeriyle 'tam bir uyum' (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk' (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir. (Mülk Suresi, 3-4)
İnsan, kalbinin atışını kontrol edemez. Yemek yerken tükürük bezinin faaliyetlerinin denetimi kendi elinde değildir. Kendi kontrolüne bırakılsa, her saniye nefes alması gerektiğini sürekli olarak hatırlaması oldukça zordur. Bunun gibi sayısız vücut fonksiyonu onun hiçbir müdahalesi olmadan gerçekleşmektedir. Ancak kendi bedeninde kendi denetimi olmamasına karşın, sahip olduğu tüm sistemlerde kusursuz bir işleyiş vardır.
İnsanın kromozomlarının içinde kendisiyle ilgili her bilgi vardır. Çekirdekteki 46 kromozomun her biri, bir insan ile ilgili tüm bilgileri taşıyan genlere sahiptir. İnsan vücudunda bulunan bütün organlar, Allah'ın dilemesiyle hücrelerde yer alan genlerin tarif ettiği bir plan çerçevesinde inşa edilirler. Örneğin, vücutta deri 2.559, beyin 29.930, göz 1.794, tükürük bezi 186, kalp 6.216, göğüs 4.001, akciğer 11.581, karaciğer 2.309, bağırsak 3.838, iskelet kası 1.911 ve kan hücreleri 22.092 gen tarafından kontrol edilmektedir.


İnsan hücresinin çekirdeğinde bulunan kromozomların her biri, o insan ile ilgili tüm bilgileri taşıyan genlere sahiptir. İnsan vücudunda bulunan bütün organlar, Allah'ın dilemesiyle, hücrelerde yer alan genlerin tarif ettiği bir plan çerçevesinde inşa edilirler. Gözle görülmeyen bu mucizeler, Allah'ın insanda yarattığı kusursuz detaylardan yalnızca bir tanesidir.
Gözle görülmeyen bir hücrenin içinde saklanan sayısız küçük parçanın, dev bir vücut sistemini kontrolü altında tutması büyük bir mucizedir. Bu sistemde hiçbir aksaklık ortaya çıkmaması, doğan her yeni insanda, aynı genlerin, aynı sistem ve organları kontrol etmesi, olağanüstü bir durumdur.
Genler kuşkusuz akıl sahibi varlıklar değildirler; kör ve şuursuz atomların bir araya gelmesiyle oluşurlar. Dolayısıyla buradaki üstün akıl ve kusursuz denetim onlara ait değildir. Hayranlık uyandırıcı birer yaratılış harikası olan genler, örneksiz olarak muhteşem alemler yaratan Allah'ın emrine uyarak hareket etmektedirler. Aslında bu, evrendeki küçük büyük her detayda kendisini açıkça gösteren bir gerçektir. Her şey, Allah'ın üstün yaratmasının bir tecellisidir. Genler, Allah dilediği için "her an" vücut sistemiyle ilgili "her şeyi" kontrol edebilirler. Bu üstün kontrol, tüm bu sistemin asıl sahibi Celil (azîm, mertebesi yüksek) olan Allah'a aittir.
Allah... O'ndan başka İlah yoktur. Diridir, kaimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun Katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek Yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255)
Elinize tek bir yaprak alın ve ona dikkatlice bakın. Bu yaprak, müthiş kapsamlı kimyasal işlemler sonucunda "fotosentez" yapar. Bir başka deyişle, insanların günümüzde laboratuvarlarda başaramadıkları bir işlemi saniyeler içinde başarır. Küçük bir yaprağın büyük bir sükunetle gerçekleştirdiği bu kimyasal işlem, insanın yeryüzünde yaşamını sürdürebilmesinin başlıca sebeplerinden biridir.
Bu yaprağın sadece 1 milimetre karesinde 500 bin adet klorofil bulunur. Bir başka deyişle, fotosentez için gerekli olan ve yine insanların hiçbir şekilde laboratuvarlarda elde edemedikleri muhteşem molekül, bu yaprağın içinde milyonlarcadır. Eğer klorofil molekülünü inceleyebilme imkanı olsaydı, daha fazla detay karşımıza çıkardı. Klorofilin içindeki işlemin hızı saniyenin on milyonda biri kadardır. Yani, yapraktaki suya ulaşan ışığın, atomaltı parçacıkları harekete geçirmesi ve onların yörüngelerini değiştirmelerini sağlaması gibi karmaşık bir işlem, her saniye on milyon kere tekrarlanmaktadır. Üstelik bu işlem her klorofil molekülünde ayrı ayrı gerçekleşmektedir.
Yaprak, müthiş kapsamlı işlemler sonucunda "fotosentez" yapar. Bunu yapabilmesi için yaprağın her milimetre karesi 500 bin adet klorofil molekülü ile donatılmıştır. Henüz laboratuvarlarda gerçekleştirilememiş olan bu özel işlem, Allah'ın dilemesiyle tek bir yaprağın her milimetre karesinde kusursuz bir şekilde gerçekleşmektedir.
Bir gün Allah'ın dilemesiyle klorofil molekülleri, söz konusu işlemleri yapmayı durdursalar veya bitkiye ulaşan ışığın dalga boyu fotosentez yapmaya uygun olmasa, yeryüzüne oksijen sağlayabilecek başka bir kaynak bulabilme imkanı yoktur. Bitkiler fotosentez yapmasa, insan ve hayvanların solunumundan dolayı ortaya çıkan aşırı karbondioksiti tekrar oksijene dönüştürecek başka bir yol yoktur. Yeryüzündeki yaşamı sürdürebilmek için bir klorofil molekülünün tesadüflerin eseri olarak meydana gelip havayı temizlemesini ve besin oluşturmasını beklemek kuşkusuz mantıksız olacaktır. Çünkü böylesine karmaşık bir sistemin tesadüflerle oluşması imkansızdır.
Bir bitkinin karbondioksit soluyup oksijen açığa çıkarabilecek üstün bir yeteneğe sahip olması, büyük bir mucizedir. Bu olağanüstü sistem, alemlerin Rabbi olan Allah'ın büyük bir nimeti, hayranlık uyandırıcı bir eseridir.
Güzel şehrin bitkisi, Rabbinin izniyle çıkar; kötü olandan ise kavruktan başkası çıkmaz. İşte Biz, şükreden bir topluluk için ayetleri böyle çeşitli biçimlerde açıklıyoruz. (Araf Suresi, 58)

İnsan derisindeki alıcılar, belli bir süre sonra beyne, cilde temas eden madde ile ilgili uyarı göndermeyi durdururlar. Bu nedenle, cildimizle sürekli temas halindeki giysileri veya kolumuzda taşıdığımız saati sürekli olarak hissetmeyiz. Bu, Allah'ın yarattığı büyük bir nimettir.
İnsan, üzerinde sürekli cildiyle temas halinde olan giysilerle muhataptır. Ama onları her an hissetmez. Gece yatarken üzerine çektiği yorganın, koluna taktığı saatin ya da oturduğu koltuğun kendisiyle temas halinde olduğunu da sürekli olarak algılamamaktadır. Bunun önemli bir sebebi vardır. İnsan derisindeki alıcılar belirli bir süre sonra beyne, cilde temas eden madde ile ilgili sinyalleri göndermeyi durdururlar. İnsan cildi, kendisiyle temas halinde olan maddeye karşı alışkanlık kazanır ve onunla ilgili his sinyallerini zamanla iletmemeye başlar.
Bu, harika bir sistem ve mükemmel bir detaydır. İnsan, çoğu zaman böyle bir detayın farkında bile değildir ama, rahatlık içinde yaşaması bu mükemmel sistemin kusursuz şekilde çalışması ile mümkün olur.
Vücuttaki bu "alışma" mekanizması olmasaydı giyinmek gibi sıradan bir olay insan için büyük bir sıkıntı haline gelirdi. İnsanın üzerindeki giysileri sürekli olarak hissetmesi bir eziyete dönüşür, ayrıca dokunduğu diğer şeylerden gelen sinyalleri almakta da güçlük çekerdi. Dikkati sürekli, giydiği çorabın bileğini ne kadar sarıp sıktığını, saatin sürekli bileğinde hareket ettiğini düşünmek gibi konularda olabilirdi. Bu nedenle kişi rahat uyuyamaz, dinlenemezdi. Hayatı bu sıkıntı verici detaylardan dolayı oldukça zorlaşırdı.
Hissetmenin bir nimet olması gibi, hissin zamanla kaybolması da insana sunulmuş büyük bir nimettir. Tek bir detay, bir insan yaşamını kolaylaştırmakta, onun rahat yaşamasına vesile olmaktadır. Evrimcilerin hayali mekanizmalarının, bir insan bedeninin ne zaman hissetmesi, ne zaman hisse alışması gerektiğini belirleyecek bir bilinci yoktur. Bu nimeti insana sunan, varlığı tüm varlıkların bütün ihtiyaçlarına yeten, Kafi olan Yüce Allah'tır.
"Nimet olarak size ulaşan ne varsa, Allah'tandır, sonra size bir zarar dokunduğunda (yine) ancak O'na yalvarmaktasınız." (Nahl Suresi, 53)